27 Ekim 2016 Perşembe

Sokakta Lezzet Var

İlkokula gidiyordum. İştahsız bir çocuktum, çocukların sevdiği şeyleri bile nazlana nazlana yerdim. Ne var ki bir gün okul çıkışında bir seyyar satıcıya denk geldim, itekleyerek götürdüğü arabasında nefis görünen tatlılar vardı. Anneme bu tatlılardan istiyorum dediğimi ve annemin de “hayır onlar pis, olmaz” dediğini hatırlıyorum. Çünkü annemin kuralları vardı, sokaktan bir şey yenmezdi, hiç hijyenik değildi. Neyse ben o tatlılardan yiyemeden büyüdüm. Aileden gelen alışkanlıkla sokaktan alabileceğim şeyler mısır ve simitle sınırlı kaldı ta ki Gayrettepe’de bir sokak köftecisinden köfte yiyene kadar. Hayatımda yediğim en lezzetli köfteydi. Bundan sonra sokak lezzetteri ile aramdaki mesafeyi azalttım. Valla tam olarak kaldırdım diyemiyorum çünkü her gördüğüm yerde bişi yemiyorum ama eğer bulunduğu yerde bilinen, güvenilir bir satıcı ise deniyorum.

Geçtiğimiz hafta Etiler’de sokak lezzetleri festivali düzenlendi. Sanatçılar parkında düzenlenen festivale katılım yüksekti.
Bir çok sokak lezzeti festival kapsamında bir araya gelmişti. İşte bazıları…

Seveni de sevmeyeni de çok olan bir yiyecek : Kokoreç … ( Ben sevenlerdenim)
Şiş kebap…
Sokaklarda en fazla rastladığımız lezzet, tavuklu pilav…
Turşu suyu…
Midye dolma… (Ege’de severek yediğim midye dolmayı İstanbul’da pek sevmiyorum, ancak yine de denedim).

23 Ekim 2016 Pazar

Ekim Ayı Film Ayı

Her sene İstanbul’da düzenlenen Filmekimi festivali bu sene de gerçekleşti. Birbirinden güzel bir çok film gösterime girdi. Ben bu filmlerden 3 tanesini seyretme şansı yakaladım.

İlk izlediğim film fransız yapımı “Aşk Mektupları ( Mal De Pierres)” oldu. Filmde Marion Cotillard, Louis Garrel ve Alex Brendemühl başrolleri paylaşıyor. Gabrielle (Marion Cotillard) bir takım psikolojik sorunlar yaşıyordur ve ailesinin zoruyla Jose (Alex Brendemühl) ile evlendirilmiştir. Ancak bu evlilik ona istediği mutluluğı getirmez ve mutluluğu başka bir erkekte, Andre Sauvage (Louis Garrel)’de arar. Tam mutluluğu bulduğunu sandığı anda ise onu bir sürpriz beklemektedir. Aşk Mektupları; kurgusu, şaşırtıcı sonu ve Marion Cotillard’ın oyunculuğu ile iyi bir filmdi.
İkinci seyrettiğim film de yine fransız yapımıydı. Ancak bu sefer tercihim animasyon türündeki Kabakçığın Hayatı (Ma Vie De Courgette) oldu. Filmde yer alan karakterler birbirinden şirindi, hikaye de fena değildi. Ancak filme beklentim yüksek girdiğim için tam olarak aradığımı bulamadım. Filmi daha önce seyrettiğim başarılı animasyonlarla kıyasladığımda Kabakçığın Hayatı biraz zayıf kaldı.
Filmekiminde son seyrettiğim film ise İtalyan yapımı Deli Dolu (La Pazza Gioia) oldu. Komedi/dram türündeki filmde başrolleri Micaela Ramazzotti ve Valeria Bruni Tedeschi paylaşıyor. Her iki oyuncuyu da bu filmi izleyene kadar tanımıyordum. Şimdi iyi ki filmi izlemiş ve bu oyuncuları tanımışım diyorum. Her ikisi de çok iyi iş çıkarmış. Film de gayet başarılıydı.

13 Ekim 2016 Perşembe

Engereğin Gözü, Toprak ve Kelebeğin Hayat Sırları

Bakalım son zamanlarda neler okumuşum;

Engereğin Gözü, bir Zülfü Livaneli kitabı. Kitapta isim vermeden Sultan 1.İbrahim dönemi anlatılıyor. Kitabı okurken o dönemde yaşanan entrikalara, sevinçlere ve yaslara şahit oluyoruz. Romanı çok kısa sürede okudum ancak Zülfü Livaneli’ nin diğer kitaplarından aldığım keyfi alamadım maalesef. Hala favorim Serenad :)
İkinci okuduğum kitap ise Toprak oldu. Toprak, Buket Uzuner’in tabiat dörtlemesinin ikinci kitabı. İlk kitap olan “Su” yu ilk çıktığı zaman okumuş ve beğenmiştim. O yüzden ikincisine de merakla başladım. Hikayede birinci kitabın kahramanı Defne Kaman’ın maceraları devam ediyor. Keyifle okuduğumu ve ilk kitaptan daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.
Kelebeğin Hayat Sırları ise Nil Karaibrahimgil’in gazetede yazmış olduğu yazıların derlenmiş hali. Nil Karaibrahimgil kitapta hayata dair bir çok ipucu veriyor. Yazılarını okurken çoğu yerde kendisine hak verdim. 

11 Ekim 2016 Salı

Festivalden Festivale

Geçenlerde antika festivaline gittiğimizden bahsetmiştim. Hemen akabinde İstanbul’da bir festival daha gerçekleşti: Kahve Festivali. Geçen sene ilk defa yapılan festival Haydarpaşa Garında gerçekleşmişti. Çok gitmek istemiş ancak iş yerinde kimseyi ikna edememiştim çünkü yağmur yağıyordu. Ya yağmurlu havalarda dışarı çıkamayan insanları çözemedim gitti. Bi yağmurluk bi şemsiye ile her şey halloluyor. Kaldı ki biraz ıslanılsa ne olacak. Niye yağmur bizim hayat akışımızı bozsun ki ? (Tabi sel gibi afete dönüşmüş yağmurdan bahsetmiyorum ) Neyse bu sene ikincisi düzenlenince kaçırmamak istedim ve Yaseminella ile önceden biletleri aldık. Öğle yemeği buluşmasından sonra festivalin gerçekleştiği Küçük Çiftlik Parkı’na doğru yola koyulduk.
Festivalde bir çok stant vardı. Çeşitli ülkelerin kahveleri sergileniyordu. Ben filtre kahve pek sevmediğimden sadece bu eğlenceli stantları gezmekle yetindim. Yaseminella ise bol bol tadım yaptı. Ben de tadım yanında ikram edilen lokum, kurabiye, bisküvi gibi abur cuburu götürdüm :)
Şişelere doldurulmuş bu soğuk kahveler pek şirindi.
Vee türk kahvesi…İşte burası benim mola noktam. Filtre kahveye düşkün olmamakla beraber günde 1 tane türk kahvesine hayır demem. Kurukahveci Mehmet Efendi “Dedeniz de bu kahveyi içerdi” sloganı ile standını açmıştı.
Başka bir klasik Ali Muhittin Hacıbekir de akideleri ve lokumları ile hazırdı.
Kahve çeşitlerinin yanı sıra kahve makinelerin ve kahve araç gereçlerinin stantları vardı.
Ayrıca kahveye dair şirin objeler de satılıyordu.
Henüz lansmanı yapılmamış bir çikolata markasının çikolataları nefisti.
Bir de eğlence / etkinlik kısmı bulunuyordu. Örneğin; orada kendi kupanızı tasarlayabiliyordunuz. Ya da çimlerin üzerine atılmış minderlere yayılıp o an gerçekleşmekte olan konseri dinleyebiliyordunuz.
Kısacası güzel bir festivaldi, iyi ki gitmişim :)

6 Ekim 2016 Perşembe

Bir Tatil Hikayesi

Bayram sonrası Fethiye’de ailemle birlikte güzel bir tatil geçirdim. Gezmeli, tozmalı keşifli  tatilleri ne kadar çok sevsem de zaman zaman böyle kumlara uzanıp, dalga seslerini dinleyerek geçirdiğim tatillere de ihtiyaç duyuyorum. Bu tip tatillerde bol bol düşünüyorum, bol bol planlar yapıyorum, geçmişteki bazı kararlarım için “keşke” bazıları için de “iyi ki” diyorum ve tabi ki bol bol okuyorum.

Tatilde en sevdiğim şeylerden biri gün batımını seyretmek. Deniz sonrası hemen hazırlanarak gün batımını seyredebileceğim güzel bir köşeye gidip güneş ile vedalaşıyorum. Fethiye’de de bu sene öyle oldu. İşte size 2 tane güzel gün batımı…
Bir de sabah saatlerini seviyorum. Henüz kumsalın dolmadığı, güneşin kasıp kavurmadığı o saatler dalgaları dinleyip kahve keyfi yapmak için ideal.
Dinlenmek, okumak ve keyif çatmak çok güzel de kaşif ruhum beni bir türlü bırakmıyor. O yüzden bu tip tatillerin bir gününü çevreyi keşfetmeye ayırıyoruz. Bu sene ki istikametimiz Pamukkale oldu.

Yaklaşık 3.5saatlik bir yolculuk sonrası Pamukkale’ye vardık. Denizli’nin horozunu selamlayarak Hierapolis’e doğru ilerledik.
Hierapolis tam kesinlik kazanmamakla beraber bir Frigya şehri. Tamamı henüz ortaya çıkarılmamış antik şehir su kanalları, kilise, Roma hamamı, tiyatro ve bir çok kalıntı barındırıyor.
Şehir aynı zamanda dünya miras listesinde yer alıyor.
Antik kenti gezdikten Kleopatra Havuzu’nu görmeye gittik. Bu havuz şifalı suları ile ünlü. Havuz içindeki suyun bir çok hastalığa iyi geldiği saptanmış. Ancak o kadar kalabalıktı ki bu kalabalıkla şifadan çok mikrop saçtığını düşünerek ayağımı bile sokmadım :)
Ve sonra en çok merak ettiğim yere Pamukkale’ye geçtik. Çocukluğumda Pamukkale fotoğraflarını görünce oranın büyülü bir yer olduğu düşünürdüm. Pamukkkale, bembeyaz bir masal ülkesiydi benim için. Ancak canlı canlı görünce bir anda gerçek dünyaya döndüm. Çünkü öyle tahmin ettiğim gibi devasa bir alan değildi, sonra vakti zamanında yeterince korunmadığından bazı yerler beyazlığını kaybetmişti. Ancak yine de beyaz taşların üzerinde yürümek, suların içinden  geçmek keyifliydi.
İşte bir tatilim de böyle geçti. Yakın zamanda ufukta tatil görünmüyor. Ama kimbilir ufuk o kadar uzak ki net göremiyoruz.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Tatil, Sınav Stresi ve Antika Festivali

Siz Karadeniz yazılarımı okurken ben bi tatil daha yaptım :) Evet, leyleği havada gördüm bu sene. Bu sefer güney egeye doğru uzanarak ailece 1 haftalık bir seyahat gerçekleştirdik. Seyahatimin detaylarını daha sonra yazıcam ama önce kabuslarıma giren İtalyanca sınavından bahsetmek istiyorum.

Geçtiğimiz hafta devam ettiğim kursta 2.kur olabilmek için bir sınava girdik. Sınav öncesi beni aldı bi telaş bildiğiniz okulda sınava girer gibi stres oldum. Neyse ki sınavım iyi geçti ve 2.kura geçtim. Şu an İtalyanca’da henüz başlangıç seviyesindeyim umarım azimle devam eder ve konuşabilecek duruma gelirim.
Sınav sonrası Yaseminella ile beraber antika festivaline gittik. Taksim meydanında kurulan antika festivali ücretsiz ziyaret edilebiliyor. 
Sergilenen ürünler tam antika olmasa da eski ve güzel parçalar bulmak mümkün.Girişte bir gladyatör tarafından karşılandık.
Bronz şamdanlar, saatler..vs.
Bu kitap ayraçları yeni ürün olmasına rağmen bayıldım, kaptım 2 tane :)
İçi boyalı bu tabaklar da çok hoşuma gitti. Ancak maalesef ben 2.el ürün kullanamıyorum o yüzden sadece bakmakla yetindim.
Susam sokağı sevenler parmak kaldırsın?
Kimbilir bu oyuncaklar vakti zamanında hangi çocukların yüzünü güldürdü?
Vee…”Sana yenilmeyeceğim İstanbul” bavulu :)